Topyekün bir ümitle ve TBMM’nin verdiği manidar bir kararla giriyoruz yeni yıla. Son bir seneden beri eve kapanan ve kendini arayan insanımıza bu tarihî müjdenin bir iksir gibi geldiği söylenebilir. Gazi Meclis’imizin 2021’i, “İstiklal Marşı Yılı” ilan edivermesinin bize yeni ümit kapılarını da açmış olduğunu görüyoruz.
2021’in İstiklâl Marşı Yılı olması kuruluş tarihimizin ana vasıflarını da hatırlatması bakımdan son derece dikkate değerdir. Bizi heyecanlandıran bir diğer müjde ise “İstiklâl Marşı Yılı”na Akifname gibi bir eserle giriyor oluşumuzdur.
Akifname, Mehmet Akif’in yakın dostu Hasan Basri Çantay’ın yazdığı ve hazırladığı bir eser!.. Fakat nasıl bir eserdir Akifname? Çantay’ın, Akif’in 1908’den beri tanıdığı ve Millî Mücadele yıllarında da aynı evi paylaştıkları kader arkadaşı olduğu dikkate alınırsa, Akifname’nin mahiyeti daha bir önem kazanıyor. Hasan Basri’nin rahmetli Akif’e, İstiklâl Marşı’nı yazdıracak kadar bir tesir ve nüfuzunun olması onu ve eserini anlamımıza kâfidir elbette.
Mehmet Akif vefat ettiğinde Çantay müessif haberi Balıkesir’de duyuyor ve alır almaz adeta “hisleri donuyor ve sanki cansız bir cisim haline geliyor.” Bu bir şok halidir ve Çantay başka bir hale bürünüyor. Öyle ki Akif hakkında yazı isteyen bir gazeteye hatıralarını yazamayacağını söylüyor. Ancak daha sonra kendiliğinden sökün ediveren hatıralar adeta bir yağmur gibi yağmaya ve yazıya dökülmeye başlıyor.
SAVUNMA DEĞİL ANLATMA DERDİ
İşte Akifname, bu şartlarda yazılıyor, belki de 1936 sonrasında Akif hakkında öne sürülmeye çalışılan suçlamalar, ileri geri konuşmalar eski dostunu “savunmaya” değil, onu “anlatmaya” sevk ediyor. İyi ki de böyle bir anlatış tarzıyla kaleme sarılıyor Çantay ve eşe dosta mektuplar yazarak Akif ile ilgili kanaatlerin, yazıların, hatıraların ve şiirlerin yeniden doğmasına vesile oluyor.
Hasan Basri aslında Mehmet Akif’in Mütareke ve Millî Mücadele yıllarındaki hizmetlerini, onun vatanperverliğini, ahlâk ve seciye üstünlüğünü uzun uzadıya anlatıyor… Fakat bu hatıralarda Akif’in daha başka özelliklerini de öyle cümlelerle anlatıyor ki, bunlar o döneme ışık tutan belgeler oluyor.
Mehmet Akif, Abdülhak Şinasi Hisar çalışmalarıyla ve edebiyat tarihimize yönelik farklı yorumlarıyla tanıdığımız Necmettin Turinay’ı, bu sefer Akifname’nin hazırlayıcısı olarak görüyoruz.
Akifname sayesinde hem büyük şair Mehmet Akif’i hem Hasan Basri’nin hizmetlerini hem de onun bu muhalled eserini Turinay’ın dikkat çekici çalışmasıyla yeniden hatırlıyoruz. Burada başka bir hususu daha hatırlıyoruz. O da şudur: Bir yazar ve eserine yapılabilecek en büyük kötülük sükût suikastı veya tenkit yoksulluğudur. Akifname, Türkiye’nin bir dönemini aydınlatan belge kitap olmasına rağmen fark edilmemiş olması veya fark edilse bile yeterince ve dikkatlice yorumlanmamış olması da sükût suikastı değil midir sizce? Belki yayınlandığı tarih olan 1966’dan bu yana Akifname, ilk defa doğru bir çerçeve içinde ve dikkat çekici yorumlarla Türkiye’nin kültür gündemine sunulmuş oluyor.
TURİNAY’IN EMEĞİ GÖZE ÇARPIYOR
Turinay’ın olağanüstü birikimi, dönemin kültür ve siyaset ilişkisini pas geçmeden yorum ve tenkitleri Akifname’yi anlamımıza yardımcı oluyor. Çantay’ın kitaba neden Akifname adını verdiğini sorgulayan ve üstelik bu ismin mazisini arayan Turinay, eserin yazıldığı dönemin şartlarını, Akif’in Türkiye’ye döndüğü günler ve sonrasının atmosferini, Çantay sonrası yazılan Akif eserlerinin mahiyetini ve bu kitaplara tesirini ve nihayet Akifname’nin başına gelen talihsizlikleri anlatıyor da anlatıyor… Bu anlatış biçimi bir hikâyeden ziyade belgelere, yüksek kanaat ve birikime dayanıyor Turinay’ın. Bu yönüyle eserin ve yazarının büyüklüğünü öne çıkarıyor ve biz Akifname’nin değerini ancak 2021 yılında anlayabiliyoruz.
Balıkesir’de çıkan Türk Dili gazetesine Akif hatıralarını yazdığı günlerde büyük şairin dost çevresine mektuplar da gönderen Çantay, farklı fikir ve hatıraları topluyor ve böylece Akifname gibi seçkin bir eser çıkıyor. Oysa bu eserin talihsiz bir yayın hayatı da bulunmuyor değil, şöyle ki, 1937 başlarında Çantay’ın hazırlamaya başladığı kitap her nedense oğlu Mürşit Çantay tarafından 1966’da yayımlanıyor.
Ancak ilk Akifname, o kadar dağınık, o kadar savruk ki onca ciddi emeğe insanının üzülmemesi mümkün olmuyor. Akifname’de o kadar zengin hatıra metinleri, Akif’le ilgili o kadar seçkin mülahazalar ve tabiî Çantay’ın öyle rafine yorumları bulunuyor ki eserin dağınık yayımlanışına şaşırmadan edemiyoruz. 1966’dan bu yana yayımlanan Akifnameler arasında ise kuşkusuz Turinay’ın çalışması dikkat çekiyor. Onun hazırladığı Akifname’yi diğerlerinden farklı kılan ve ayırt edici olan da bu savrukluğun ve dağınıklığın giderilmiş olmasıdır. Necmettin Turinay, Akifname’yi merkeze alarak eserin tasniflemesini de yapıyor ve metinleri tarihî bir merkeze çekerek anlamlandırıyor.
Kültür ve daha çok edebiyat muhitlerinde yapılagelen yaygın yanlışlardan biri de hazırlanan eserlerin kronolojik metinler halinde sıralanmasından ibaret yayınlanmasıdır. Oysa bunlar basit editöryal hizmetten öteye geçmiyor, çünkü metinlerin ve hatıraların tarihî arka planlarını sorgulamak, eserin yazılış şartlarını ve dönemin politikalarını dikkate alarak panoramik tenkite varmak gerekmez mi? Okuyucuya eseri sunarken yardımcı olmak lazım gelmez mi? Ne yazık ki bu tür yayın anlayışına henüz sahip değiliz, ancak Turinay’ın çalışmasının farklı bir yayın olduğu görülüyor.
Son olarak Turinay’ın hazırladığı Akifname’nin başındaki otuz sayfalık giriş metni dikkati çekiyor. Akifname’nin muhteviyatını, eserin tarihî arka planını, Çantay’ın şahsiyetini, dönem politikalarını ve metinleri disiplinlerarası yorumlayışı da eserin sıra dışılığını gösteriyor. Yeniden yayına hazırlanan eserlerde görmediğimiz, alışkını olmadığımız bir yorum ve bakış açısı yeni Akifname’yi daha bir anlamlandırıyor.
Kaynak: Haber7