Harf devrimi, ardından gelen dil devrimi Türkiye’nin yaklaşık yüz yıldır üzerinde tartışma yürüttüğü temel meselelerinden biri. Tek başına Arap harflerinin terki, bugün artık cılız birkaç ses ötesinde eleştiriye uğramıyor. Ancak bu terkin dil kurultaylarının önünü açması ve Türkçenin bir anda çıplak bir dil hâline getirilmesi harf devriminin de sorgulanmasına sebep oluyor. Dil tahribatı, Latin harflerinin ikamesiyle sınırlı kalmadığı için harf devriminin gerekli olup olmadığı entelektüel muhitlerde her an taze bir mesele olarak yaşıyor. 1932 tarihli I. Türk Dil Kurultayı ve sonrasında gelen kurultaylar ise Türkçenin güya yabancı dillerin hükümranlığından kurtarılmak için tertiplenmiş bir hamle idi. Bu kurultaylarda öylesine garip teoriler ileri sürüldü ki Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal dahi dilin çıkmaza girdiğini itiraf ederek bu kurultayların raporlarını reddetti. Onun vefatına kadar Türkçe aldığı yaraları tedavi için mücadeleye girişti ancak 1938’den sonra İsmet İnönü iktidarında Türkçe günden güne eriyecek bir daralmanın içerisine yuvarlandı.
TÜRKÇE ÇIKMAZA GİRMİŞTİR
Nihad Sâmi Banarlı, Türkçenin akıbeti hakkında en çok yazan isimlerden biri. Onun, nesillerin el kitabı hâline gelen Türkçenin Sırları da dahil olmak üzere pek çok kitabında vurguladığı bir şey var: Türkçe, Atatürk döneminde değil İsmet İnönü döneminde güdük, sığ bir dil hâline getirilmiştir. Atatürk, kurultaylara öncülük etse de dilin bir çıkmaza girdiğini fark ederek bu büyük hatadan dönmüştür ancak İsmet İnönü ve çevresindekiler, Türkçenin Rusya devletinin ve Komünizmin güdümüne girerek yok edilmesinin önünü açmışlardır. Yani harf ve dil devriminin mimarı Mustafa Kemal, dilde sadeleşme şemsiyesi altından çabuk uzaklaşmıştır. Banarlı, Türkçenin tahrip edilmesinde en önemli tesirin Rusya ve onun ideolojisi Komünizmde olduğunu ısrarla yazmıştır. Türkiye’deki sol düşüncenin tercih ettiği Türkçe göz önüne alındığında bu iddia yabana atılamayacak hâle gelir.
Türk kültür hayatında Türkçenin geçmiş, gelecek ve hâl arasındaki hikâyesini en az Banarlı kadar yazan, konuşan isimlerden biri de D. Mehmet Doğan’dır. Onun birkaç ay önce yayımlanan Türkçenin Cenaze Töreni kitabında da Banarlı’nın, Gazi Mustafa Kemal sonrası Türkçenin başına gelenlere dair söylediklerine benzer satırlarla karşılaşıyoruz. Doğan da reisicumhurun, çevresindekiler tarafından dil girdabına çekildiğini, onların, Türkçe üzerinde hesaplar yürütmek kârlı geldiği için türlü teoriler üreterek dil kurultayları düzenlediklerini iddia ediyor. 1932 yılının Eylül ayı sonlarında gazetelerin birinci sayfasında Dil Kurultayı konusu vardır. Bu, memleketin onlarca ağır derdi arasında, kıtlık kol gezerken, okur yazarları meşgul etmek için “Yar bana bir eğlence kabilinden” bir konudur. Bu kitap, 1. Türk Dil Kurultayı’nı öncesi ve sonrasıyla ele alan müstakil bir çalışma. D. Mehmet Doğan buna geçmeden önce Osmanlılarda Türkçenin gördüğü itibarı anlatıyor.
II. ABDÜLHAMİD’İN TÜRKÇE HASSASİYETİ
1940’lardan sonra bilhassa ders kitapları eliyle yaygınlaştırılan Osmanlılar Türkçeyi ihmal etti, onu doğu dillerinin güdümüne soktu iddialarını çürütmek üzere kitaba Osmanlıcanın Türkçesi başlıklı bir bölüm açılmıştır. Burada Farsça ve Arapça üzerinde Türkçenin iktidarı gösteriliyor. Mühendislik ve tıp mekteplerinde derslerin Türkçe ile yapılabilmesi için bilim dilinin nasıl hızla Türkçeye aktarıldığı anlatılıyor. Geçmiş söz konusu olduğunda II. Abdülhamid’e kin kusmadan geçemeyenler, sultanın Arapça resmi dil olsun dediğini dahi iddia edebilmişlerdir. Ayrıntıları kitapta görülebilir ancak sultanın bir genelgesinden kısaca bahsetmek gerekir. II. Abdülhamid 1894’te bugünkü söyleyişle orta öğretim kurumlarına gönderdiği genelgede mekteplerde Arapça ve Farsça kelimeler kullanmaktan azami ölçüde sakınarak sade Türkçe öğretilmesi ve İstanbul Türkçesinin esas alınmasını tavsiye etmiştir. Bundan yaklaşık yirmi yıl sonra Genç Kalemler dergisi ile ortaya çıkan Yeni Lisan Hareketi de aynı iddiaları ileri sürmüştür. Ancak Türkçenin yakın dönem tarihi hakkında yazılan kitaplar II. Abdülhamid’in genelgesinden söz etmezler.
Mehmet Doğan’a göre Dil Devrimi amacına ulaşmıştır. Bugünkü nesiller geçmiş dönem şairlerini, yazarlarını okuyup anlayamaz hâle getirilmiştir. Bu, öylesine sıradan bir cümle değildir. Son yıllarda Tanzimat sonrası Türk edebiyatına yoğun bir ilgi olduğu ortada. Yayınevleri düne kadar yüzüne bakmadıkları kıyı köşe romancılarını bugün cazibeli hâle getirerek yayımlıyorlar. Ancak büyük bir farkla. Basılan kitapların tek orijinalliği kapaktaki yazarın adı. Bazı yayınevleri romanların adını bile sadeleştiriyor. Türkçenin ne büyük bir ihtişamla yirminci asra girdiğini merak edenler o günlerin gazete yazılarına, kitaplarına bakabilirler. Türkçenin Cenaze Töreni’nde de hatırlatıldığı üzere 1940’lardaki sadeleşme önce 1900’lerin başlarındaki metinleri bir anda ölüme götürdü. Sonrasındaki dil tutumu bugün Peyami Safa, Kemal Tahir, Tanpınar, hatta Orhan Kemal ve Nazım Hikmet’i okuyup anlamaktan mahrum bir kalabalık peyda etti. Bu kitap gerçek bir cenaze töreni. Her sayfasında yas, yalnızlık, can sıkıntısı, ağıt var.
Kaynak: Haber7